kadinlarsayfasi - Diyet&Fitness

Spora Yeni Başlayanlar İçin Örnek Diyet Listesi

 

Spor ve diyet ile formda bir vücuda sahip olabilirsiniz

Forma girmek amacıyla spora yeni başladıysanız, yapacağınız sporun yararını görebilmeniz için beslenme alışkanlıklarınızda da değişiklikler yapmanız gerekir.

Aşağıdaki örnek diyet listesini, hedeflediğiniz form durumuna ulaşana kadar kesintisiz olarak uygulayınız.

Sabah uyanır uyanmaz:

1 Bardak ılık suya 1 tatlı kaşığı bal ve 2-3 damla elma sirkesi iyice karıştırarak için.

 

(15 – 20 dakika sonra)

Kahvaltı:

1 Adet haşlanmış yumurta
2 Çorba kaşığı tuzsuz lor peyniri
3 – 4 Adet tuzsuz zeytin
Orta boy bir domates
1 – 2 Dilim esmer ekmek
Sınırsız şekersiz çay ve greyfurt suyu (dönüşümlü olarak)

 

(Akşam spora gidenler için 1 saat sonra – Sabah spora gidenler için de spordan yarım saat önce)

Ara Öğün:

1 Adet yeşil elma (3 günde bir elma yerine muz)

 

(2 saat sonra)

Öğle Yemeği:

1 Porsiyon haşlanmış et, tavuk göğsü, yağsız ızgara köfte (dönüşümlü olarak)
Haşlanmış kepekli makarna
Söğüş salata veya sebze yemeği

 

(2 saat sonra)

Ara Öğün:

4 – 5 Yemek kaşığı yağsız yoğurt

 

(Akşam spora gidenler için spordan yarım saat önce)

Ara Öğün:

Şekersiz kahve
2 adet yulaflı kepekli kurabiye

 

Akşam Yemeği:

1 Porsiyon için ana yemek seçenekleri: Izgara veya buğulama balık, az yağlı mercimek yemeği, nohut, zeytinyağlı pırasa, kapuska, bezelye, enginar.

3 – 4 Kaşık az yağlı bulgur pilavı veya 1 dilim esmer ekmek.

Yediğiniz yemeğin çeşidine göre yanında soğan, kırmızı lahana, turp ve roka yiyin. Limon ve maydanoz bol bol ilave edin.

 

(1,5 – 2 saat sonra)

Ara Öğün

10 – 12 adet çiğ badem veya çiğ fındık. Tek tek ve iyice çiğneyerek yiyin.

 

Yatmadan önce 1 bardak su için. Su, forma girmek ve zayıflamak için çok önemlidir, ancak doğru kullanılırsa.

 Diğer taraftan bu beslenme düzenini, ağzınıza atacağınız bir tane çikolata, bir yudum şekerli içecek, bir lokma kızartmanın bile bozacağını ve sizi amacınızdan uzaklaştıracağını unutmayın.

Zayıflamanın Formülü

 

Kararlı olduktan sonra herkes kilo verebilir

Spor salonlarında yıllardır en çok karşılaştığım sorulardan biri“Hocam ben gerçekten zayıflayabilir miyim?” dir.

Bu soruyu soranların büyük bir kısmının aslında kastettiği şudur:

Hoca hiç vaktimi alma, bu spor salonlarında süründürme beni. Kilo vermek çok zorsa ya da hayalse hiç uğraşmayayım…

Hatta bazen şunu demek isterler: Bu boğazıma düşkünlüğümle benden hiçbir şey olmaz, ama şapkadan tavşan çıkartıp da sihirli bir şekilde beni zayıflatabilir misin? Kilo vermenin benim bilmediğim bir sırrı var mı?

Biz insanlar kendimiz için zor bulduğumuz problemlerde “Acaba bunun çok kolay ve kestirme bir yolu var mıdır?” diye düşünmeden ve denemeden edemeyiz.
Böylelikle bilmediğimiz yollara sapar ve sonunda kayboluruz.

Benim çok bilgece bulduğum bir söze göre, bildiğiniz yol en kestirme yoldur. Sizi çabuk yoldan hedefe ışınlayacak yollar ancak bilim kurgu filmlerinde olur. Dolayısıyla sizi “Kısa yoldan zayıflatacağını” söyleyenlere inanmayın.

Zayıflamak kesinlikle karmaşık bir şifre değildir. Aksine, anlaması son derece kolaydır, şöyle ki:

En hareketsiz insanın bile hayatını sürdürebilmesi için günde alması gereken bir kalori miktarı vardır. Eğer siz “yaşamak için” almanız gereken enerjiden daha azını alırsanız vücudunuz bu enerji açığını kendi yağ stoklarından telafi etmeye çalışır, bunun anlamı zayıflamaktır.

İki kere ikinin dört etmesi kadar basit bir sonuçtur bu.

Üstelik kişiden kişiye göre göre değişen bir formül de değildir ve farkedeceğiniz gibi“Metabolizmam yavaş” “Triod bezim yeteri kadar çalışmıyor” gibi bahaneler de geçersizdir bu denklemde.

 

Herhangi bir rahatsızlığınız bulunuyorsa, doktorunuzun size belirteceği günlük harcadığınız kaloriden daha azını yiyerek vücudunuzdaki yağların devreye girmesini sağlayarak zayıflarsınız.

Harcadığınızdan azını tüketirseniz zayıflarsınız

Vücudunuzdaki yağları yakabilmek için sizi uzun süre tok tutacak besleyecek ama şişmanlatmayacak yiyecekler yemelisiniz. Bunlar glisemik endeksi düşük yiyeceklerdir.

Şekersiz ya da kanınızdaki şekeri yükseltmeyecek kadar az şekerli yiyecekler bu gruba girer.

Şekeri yüksek gıdaları vücudunuz yağa çevirerek depolar. Üstelik bunları yediğiniz zaman daha çok acıkır ve yeniden ihtiyaç hissedersiniz. Giderek bağımlılık halini alır. Yedikçe canınız ister, istedikçe yer ve kilo alırsınız.

Altını çizmek istediğim bir şey de şu, şekeri yüksek gıdalar deyince aklınıza sadece tatlılar gelmemeli.

Bunlara en masum şekilde çayınıza attığınız şeker, reçel, bal, kurabiye, hamur işleri, çikolata, poaça, börek ve beyaz undan yapılan her şey, makarna, bisküvi, alkol, patates kızartması, cipsler ve beyaz pirinç gibi gıdalar da dahildir. Bunlar kilo vermek isteyen bir kişinin zehirleridir.

 

Kilo vermek isteyen kişinin yemesi gereken besinler glisemik endeksi düşük besinlerdir. Şekeri düşük besinlerin en güzel yanları, az kalorili olup besleyici ve tok tutan gıdalar olmalarıdır. Yani bunları yiyerek doyabilir, ardından kolayca acıkmaz ve sıkıntı çekmeden kilo verebilirsiniz.

Bunlar, yeşil sebzeler, lahana, brokoli, ıspanak, semizotu, domates, kiraz, yeşil elma, yağsız peynir ve yağsız yoğurt, kuru baklagiller, mercimek, nohut, barbunya, fındık, ceviz, badem, kepekli ekmek, çavdar ve tam buğday ekmeği, tabi ki ızgara ya da haşlama tavuk, et, balık ve yumurta beyazı gibi gıdalardır.

Gördüğünüz gibi seçenekler fazlasıyla bol.

Dengeli beslenmeden yalnızca damak zevkiniz için yemek yiyorsanız, kilo vermek için maalesef sihirli bir formül yok.

Diyet

 

Sağlıklı ve sonuç alınabilecek bir diyet uygulayabilmek için önce diyetin gerçek anlamını belirlemek gerekir. Çünkü yıllardır gözlemlediğimiz en yanlış husus herkesin diyeti kendi irade ve anlayış biçimine göre değerlendirmesi olmuştur. Bu nedenle çoğu kez “DİYET YAPMAMA RAĞMEN KİLO VEREMİYORUM” sözleriyle karşılaşırız.

Diyet süresince damak tadından vazgeçmeniz gerekecektir.

Çok farklı nedenlerle diyet uygulanabilir. Burada bizim konumuz; fazla kiloların, vücutta bölgesel olarak toplanmış yağların yakılmasına yönelik diyettir.

Bu ön tespit doğrultusunda, amacımıza yönelik bir diyetin en kesin ve basit tanımı şöyledir:

Başlanıldığı ilk günden bitiş tarihine kadar, değil bir gün, tek bir öğün bile bozmadan ve yenilmesi gereken besinlerin dışında, değil bir kaşık, toplu iğne büyüklüğünde bile yasak gıda alınmadan tamamlanması gereken bir beslenme sistemidir diyet.

 

DİYETLE İLGİLİ BİLİNMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Diyet bir bütündür. Daha önce belirlenmiş diyet süresinin bitiminde önce yapılan en küçük bir kaçamak o güne kadar yapılan tüm diyeti yok eder. Belki de diyetin 5. gününe kadar vücudunuzdan sökülmemek için inat eden yağların dayanma gücü tam bittiği an sizin ağzınıza attığınız yasak gıda, o yağlara bir 5 gün daha dayanma gücü verecektir.

Diyette mükafat yoktur. 3 – 4 gün çok düzenli uygulanan diyetten sonra, yavaş yavaş çevrenizde “DİYET ŞEYTANLARI” belirmeye başlar. Bunlar, “kızım bir lokma tatmaktan bir şey olmaz” diyen evebeynleriniz, ya da “kaç gündür yemiyorsun, bir kere yemekten bir şey olmaz” deyip sizi kalorili bir öğüne götürmeye çalışan eşiniz, veya diyetin 10. gününde “bravo… kilo vermeye başladın, bir yerlere gidip birkaç kadeh içmeyi hak ettin” gibi sözlerle yaklaşan dostlarınız, yani en yakınlarınız; sizin diyet şeytanlarınızdır. Diyet süreniz bitmeden, bu şeytanlara uyarsanız diyetiniz son bulmuştur. Geçmiş olsun…

Diyetin mükafatı, daha önceden tasarladığınız, diyet süresinin bittiği gündür.
Şimdi de, diyeti kendine göre yanlış yorumlayan, bu nedenle başarılı olamayan diyetçi tiplerine bir göz atalım:

Hafta Başı Diyetçileri: Hafta başından cumaya kadar beslenmesine dikkat edip, cuma akşamı kendilerini sosyal ve eğlenceli bir ortamda bulunca dağıtan tiplerdir. Bu kişiler bilmelidir ki, imrenerek baktıkları, formda ve incelen kişilerin onlardan en büyük farkları, her ortamda dişlerini sıkma iradesini gösterebilmeleridir.

Az Öğün Diyetçileri: En çok rastladığımız diyetçilerdir. Israrla, sabah öğlen hiçbir şey yemediklerini, sadece akşam yemelerine rağmen, nasıl kilo veremediklerini anlayamadıklarını söylerler. Oysa bilmezler ki, bu tür bir beslenme ile metabolizmayı yavaşlatıp kilo vermeyi engelliyorlar. Üstelik çok akıllı bir makine olan metabolizma, “Bana günde sadece bir kez yemek veriliyor” diye alarmdadır ve herşeyi sünger gibi alıp stoklamak için yağa çevirmektedir. Diyetçilerin azar azar fakat fazla sayıda öğünle beslenmeleri, bu yiyecekleri sindirmek için çalışan metabolizmanın, sürekli enerji harcamasına ve kalori yakmasına da neden olur. Bu, bir diyetçi için bir taşla iki kuş vurmaktır.

Aç Gezen Diyetçiler: Bu tipler, diyet yapmayı aç kalmak sanarlar. “Bütün gün iki lokma yedim, hiç kilo veremedim” sözü doğru olabilir. Gerçekten de bu kişi çok az yemektedir. Ancak ne yediğine bakacak olursak, bu az miktardaki besinin kalori değerinin, belki de 10 tabak normal yemekten bile fazla olduğunu görebiliriz. Başka bir deyişle, sorun burada az yemek ya da çok yemek değildir. Doyana kadar yiyerek de kilo verilebilir.

 

DİYET, ASLA AÇ KALMAK DEĞİLDİR.

Tüm bu genel bilgilerin ışığında, siz diyetçi adaylarının göz önünde bulundurması gerekli durumlar şunlardır;
Damak tadından vazgeçmek, geçici bir süreliğine…
Vücudunuz, bu yeni sisteme alışıncaya kadar ilk birkaç gün hafif halsizlik ve sinirlilik belirtilerine katlanmanız gerekebilir. Ancak bu durum kısa sürelidir ya da bazen hiç olmayabilir bile.

Diyet asla aç kalmak değildir.

Çok önemli bir unsur olan damak tadından vazgeçmek. Türk Mutfağı’nın o nefis yemeklerini düşünsenize:

Dolmalar, beğendiler, kebaplar, kaymaklı tatlılar…

Dost toplantılarında kuruyemişlerle yudumlanan içkiler, kızartmalar, çerezler, çikolatalar…

“Böyle bir hayat çekilir mi?” , “Kilolardan kurtulabilmek için ne kadar bu işkenceye dayanılır?” gibi soruları duyar gibi oluyorum.

Sosyal yaşantınızın etkilenmesi. Çünkü, bir dost gurubuyla bir yerlere gidip de yiyip içmemek zordur. İnsanlar size uzaydan gelmişsiniz gibi bakabilir, ardından “diyet şeytanları” devreye girer. Karşı koymak, dolayısıyla anti-sosyal bir görüntü vermek zorunda kalabilirsiniz.

Sevgili diyetçi adayları; Tabi ki sizlere sürekli mahrumiyet ve damak tadından yoksun kalmayı önermiyorum ve çok güzel bir haber vermek istiyorum. Böyle kararlı ve sistemli  bir beslenmeye, fazla kilolardan kurtuluncaya kadar, spor da yaparak katlanırsanız, diyetinizin bittiği bu sürenin sonunda spora devam etmek şartı ile eski beslenme ve ağız tadı alışkanlığınıza dönebilirsiniz. Üstelik herkesin gıpta edeceği yeni fiziki durumunuzla…

Şimdi sizlere soruyorum: Bir süre sıkı bir diyet yapıp sonucunda ince fiziki görünümünüzle, spor yaparak istediğinizi yiyip içmek mi? Enerjik ve sağlıklı olmanız da cabası. Yoksa, yarım yamalak diyet yapıyorum diye kendinizi kandırmak mı? Bu arada, “hafif kilolu olmama rağmen, ben kilomdan memnunum, spor yapıyorum, sağlıklı ve hareketli olmak yetiyor” diyenlere hiçbir sözümüz yok.

Fakat kilo vermek, ya da bölgesel yağlarından kurtulmak isteyenlere bir çift sözümüz var. Hayat boyu ince, normal kilonuzda ve istediğiniz lezzetleri yiyebilmek için 30 – 40 gün kendinizi sıkamıyorsanız sakın bize iradeden söz etmeyin. Tabi burada sürekli vurguladığımız husus, istenilen gıdaları yiyerek ince kalmak, haftada en az 3 gün spor yapmayı, aynı zamanda sağlıklı, diri ve formda olmak için spora devam etmeyi gerektirir. “Zayıfladım” düşüncesi ile diyeti bitirdiğiniz gün, sporu da bırakırsanız, eski halinize dönmeniz fazla uzun sürmeyecektir.

 

DİYETTE YENİLMESİ GEREKEN BESİNLER, YASAKLAR VE GENEL DİYET PRENSİPLERİ

Her gün gazete ve dergilerde farklı kişilerin diyet listelerini sıkça okumaktayız. Sizlere önerim, kişiye özel bu listelere göz ucuyla bile bakmamanızdır. Aslında sağlık teşkilatlarının, basın organlarındaki tüm bu listeleri yasaklamaları gerektiği inancındayım.

Herkesin, cinsiyeti, yaşı, işi gereği harcadığı enerji, bazal metabolizması, sağlık durumu birbirinden farklı olacağı için ideal bir diyet listesi ancak kişiye özel hazırlanabilir. Genel dengeli beslenme ve genel kilo verme önerilerinden söz eden yazıları okuyabilirsiniz. Diğer taraftan, günlük iş gayilesi ve yüksek tempoda çalışan hiç kimsenin, “şu öğün 40 gr havuç, bu öğün 110 gr tavuk yemelisin” şeklindeki bir listeye işyerinde uyması mümkün değildir.

Tüm bu fikirler ışığında, bazı genel prensipler vereceğiz. Bunları yemeyi ya da yememeyi alışkanlık haline getirirseniz, şu anki durumunuza göre bir ay içinde, rahat kilo vermeye başlayacağınız bir liste sunuyoruz sizlere.

YENİLEBİLECEK BESİNLER:

1.GRUP:
•         haşlanmış ya da ızgara tavuk göğsü, derisiz
•         haşlanmış ya da ızgara dana eti, yağsız
•         Balık; ızgara veya buğulama .
•         yağsız, suya bırakılıp tuzu alınmış beyaz peynir
*          lor peyniri
•         haşlanmış limonlu karides
•         haşlanmış yumurta beyazı, peynirli karabiberli yapabilirsiniz.

2.GRUP
•         limonlu bol yeşil salata
•         az salatalık
•         domates ve özellikle maydanoz
•         havuç, kabak, ıspanak haşlama, az zeytinyağlı pırasa.
•         yeşil elma, nar
•         greyfurt suyu
•         2 günde bir adet muz

3.GRUP
•         kısık ateşte demlenerek suyunu çekmiş yağsız pilav
•         yağsız grisini
•         haşlanmış kepekli makarna

4.GRUP
Az sıvı yağ ile pişmiş baklagiller, özellikle yeşil mercimek.

YENİLEMEYECEK BESİNLER:

•         unlu, tuzlu, şekerli gıdalar; kola, pasta, çikolata
•         yağlı, mayonezli gıdalar; kızartmalar

 

PRENSİPLER:

•           Şekerli ve unlu gıdaları, başka bir deyişle şekeri ve unu vücudunuz için gerçek birer zehir olarak görün. Hele akşam saatlerinde yiyeceğiniz unlu ve şekerlilerin vücudunuzda yakamayacağınız ve yağa dönüşecek enerji oluşturacağını unutmayın.

•     Yemek esnasında, öncesinde ve hemen sonrasında  su içmeyiniz. Yemeklerden -en az- yarım saat önce ve yarım saat geçtikten  sonra bol su içebilirsiniz. Gün boyunca azar azar soğuk su yudumlamanız, metabolizmayı çalıştırarak kilo vermenizi de kolaylaştıracaktır.Yiyecekler ağızda iyice çiğnenmelidir.

•     Yenilebilecek gıdaların miktarında kısıtlama yoktur. Açlık hissi geçene kadar yemek yiyiniz. Burada önemli olan, tek bir öğün yeme olanağı varmış gibi karnınızı tıka basa doldurmanız değil, azar azar fazla sayıda öğünde yalnızca açlık hissini gidermenizdir. Aslında diyetin altın kuralı, gün içerisinde 6- 7 kez acıkmaktır. Bunun anlamı, öğünlerinizde yediklerinizin sizi neredeyse iki saat sonra tekrar acıktıracak miktarda olmasıdır.

•    Diyete başladıktan sonra, spor yapmak için kulübe geldiğinizde spor çantanızda sürekli olarak bulundurduğunuz kuru üzümden 10 – 12 adet yemenizde fayda vardır.

•    Diyeti kendi mantığınıza göre esnetmeyiniz ve liste dışı bir yiyecek yemeyiniz.

 

Ara öğün kavramını çok iyi belirlemek gerekir. Ana öğünler ile arası iki saat olan öğünlerdir. Örnek: Kahvaltı 08.30 – ara öğün 10.30 /  Öğle yemeği 13.00 -ara öğün 15.00 ve ikinci ara öğün 16.30  / Akşam yemeği 20.00 –  atıştırma 21.30 olabilir.

Ara öğün yiyecekleri spor yapan kişinin amacına göre değişir. Bu bölümde kilo vermeyi hedeflediğimiz için buna uygun ara öğün yiyecek örnekleri vermek istiyorum:

  • Küçük bir light yoğurt ve bir kepekli galeta.
  • On adet çiğ badem ya da altı tane ceviz içi (tam)
  • Bir adet yeşil elma, üç günde bir, bir adet muz.
  • Bir adet haşlanmış patates ve küçük bir domates…

 

Örnekler çoğaltılabilir, eğer evde iseniz ve yemekten bir iki saat sonra atıştırma ihtiyacı hissediyorsanız hem elinizi hem ağzınızı meşgul edip size kilo aldırmayacak en ideal atıştırmalık patlamış mısırdır. Tabi kesinlikle yağ ve tuz ilavesiz… Bunun için evdeki teflon tencerenizi kullanabilir ya da çok pahalı olmayan bir patlamış mısır makinası alabilirsiniz.

Diyet Psikolojisi: Aktif İrade ve Pasif İrade

 

Fazla yağlarınızdan kurtulmak istiyorsunuz, bunun için bir süredir düzenli spor ve egzersiz yapmaktasınız. Spora başladığınızdan beri, farkettiniz ki kendinizi daha zinde ve hareketli hissediyorsunuz.

Aç kalarak değil sağlıklı beslenerek kilo verilir.

Ancak bir süre sonra anladınız ki, kilo vermek için yapılan spor ancak uygun bir beslenmeyle birlikte işe yarıyor. Hemen uzmanların önerileri doğrultusunda kilo aldıran yiyeceklerden uzaklaşmaya başlıyorsunuz.

Ama bu arada sıkıntılı süreci hızlandırmak istiyorsunuz. Zararlı besinlerden uzak dururken beslenme uzmanınızın yemeniz için önerdiği sağlıklı yiyecekleri de yememeye başlıyorsunuz.

Çünkü sizce bunları da yememek, hatta öğün atlamak, daha çok özveride bulunarak daha kısa sürede zayıflamak anlamına geliyor.

Diyet yapan bazı kişiler bunun gerçekten böyle olduğunu düşünür. Aslında bu hareket tarzı çoğunlukla bir tembellik ya da isyan refleksidir.

Altında şu düşünce yatar:

 

“Kim uğraşacak sabah kahvaltısıyla, iş yerinde bir poaça bir çay yeter. Yok haşlanmış yumurtaymış, yağsız peynir, domates, kepek ekmeğiymiş…” (tembellik) ya da “Ben sevdiğim şeyleri yiyemedikten sonra, bir de bunları hazırlamakla mı uğraşacağım” (isyan)

Burada bilmeniz gereken en önemli konu, kilo verme diyetinde iki tip irade olduğudur: Aktif irade ve pasif irade.

Pasif irade kolay olanıdır. Yiyeceklerden uzak durmak ve bir köşeye çekilip aç kalmaktır. Sağlıklı beslenmek, bunun hazırlığını mutfağınızda ve buzdolabınızda önceden yapmak, harfiyen uygulamak aktif iradedir.

Çünkü yenilmesi gerekenleri yemeyip aç kalır veya öğün atlarsanız:

1. Beyninizin içinde, en küçük bir zaafınızda kalorili besinlerin üzerine atlamaya hazır bir canavar yaratırsınız.

2. Kesinlikle daha zor kilo verir, daha kolay kilo alırsınız. Çünkü metabolizmanız yavaşlar.

3. Formda ve sağlıklı bir vücuda kavuşmak için girdiğiniz bu yolda, yetersiz ve dengesiz beslendiğiniz için bir de sağlığınızdan olursunuz. Sağlık sorunlarınızla uğraşmak, fazla kilolarınızla uğraşmaktan daha riskli ve zordur.

4. Egzersiz yapmak bir tarafa, günlük yaşantınızı sürdürebilmek için bile enerjiniz kalmaz.

5. Bu filmin sonu hep aynı şekilde biter: “Lanet olsun, biraz güzel görüneceğim diye sağlığımdan ve enerjimden oluyorum” -Demorilizasyon sonucunda kebap ve künefelere kesin dönüş!-

 

Kilo vermek istiyorsanız, buzdolabından kilo aldıracak yiyecekleri çıkartırken yerlerine sağlıklı besinleri koymalısınız.

Diyet yapan herkese aktif bir irade; moralli, sağlıklı ve enerjik günler diliyorum.

Ivan Maydanovski

 

Güreş, önemli bir kuvvet sporudur.

Seneyi tam olarak hatırlamıyorum, 70’lerin sonları olması muhtemeldir. O sıralarda Haydarpaşa Demirspor Kulübü’nün kondisyoneriydim.

O yıllar, Demirspor Güreş Kulübünün ortalığı kasıp kavurduğu, şampiyonlukları kimseye kaptırmadığı günlerdi. Güreş milli takımındaki sporcuların hemen hemen hepsi bizim kulüpten çıkıyordu. Hal böyle olunca, uluslararası ilişkiler, gidiş gelişler de çok oluyordu.

Dönemin Rusya’sından -eski adıyla SSCB- bir güreş takımı dostluk ve hazırlık maçları yapmak üzere misafir olarak gelmişti. Rusya malum, yokluk, sefalet ve komünist rejimin dışa kapalılığı sonucunda görmemişlik had safhada.

Biz ev sahibi takım olarak, Türk misafirperverliğinin bir gereği, konuklarımıza İstanbul’u gezdirmeye başladık. Kulübümüz Anadolu yakasında olduğu için tura Kadıköy’den başladık.

Yokluktan gelme Rus güreşçileri Kadıköy çarşısındaki yiyecek bolluğuna hayretle, tezgahlara da gıptayla bakıyorlardı.

Biz de ev sahipliğinin adetlerini yerine getirerek ufak tefek ikramlarda bulunuyoruz. Derken, belki de benim ve rehberlik yapan diğer arkadaşlarımın unutamayacağımız, yıllar sonra bir araya geldiğimizde hala gülerek bahsettiğimiz bir olay oldu.

 

Tam bir manavın önünden geçiyorduk ki, konuk Ruslardan çığlıklar yükselmeye başladı. Hipnotize olmuş gibi maydanozlara bakıp birbirlerini dürterek işaret ediyorlar, hızlı hızlı konuşuyorlardı. Biz ne olduğunu anlamaya çalışarak tercümana merakla bakmaya başladık. Az sonra mesele anlaşıldı.

Meğer, iklim koşulları nedeniyle Rusya’da yetişemeyen şifa kaynağı maydanoz, onların memleketlerinde son derece değerli ve pahalı bir bitkiymiş. Bu denli ilginin nedeni de, sokak ortasında bir tezgahta bu kadar bol ve alelade şekilde sergilenmesiymiş.

Ruslar maydanozun fiyatını sordular. Ben de tercümana “sakın fiyatı söyleme, büyük bir jest yapmış gibi görünelim” dedim. Demeti birkaç kuruşa tezgahtaki bütün maydanozları alarak sardırdık. Rusların hepsi derhal paketi açarak birer demet aldı ve çarşının ortasında suratlarında mutlu bir ifadeyle otlamaya (!) başladılar…

Görüntü hala çok net aklımda:16 kişilik, içlerinde takım elbiseli ve bazıları fötr şapkalı yöneticilerin de bulunduğu ortalama 100 kiloluk adamlar, ellerinde çiçek tutar gibi maydanoz demetinden yiye yiye gidiyorlardı!

 

Maydanoz çok kolay ulaşılabilir ve her derde deva.

Biz de bu vesileyle, zaten yararını bildiğimiz ama bol ve ucuz olduğu için pek yüz vermediğimiz maydanozun kıymetini anladık.

Bugün artık internette “maydanozun faydaları” olarak aradığınız zaman kolaylıkla öğrenebileceğiniz şifalardan başlıcası maydanozun çok önemli bir anti-oksidan olduğudur. Aynı zamanda kan temizler, böbrek ve karaciğerinizin dostudur.

Bir tutam çiğ maydanozun bile günlük C vitamini ihtiyacını karşıladığını söylersem, nasıl mucizevi bir bitkiden söz ettiğim anlaşılır. Önerim, sabah aç karnına çiğ olarak yemenizdir. Ayrıca herhangi bir öğünden yarım saat önce kaynatılmış olarak suyunu içebilirsiniz. Maydanozda C vitaminin yanı sıra madensel tuz ve mineraller vardır.

Ben her gün yiyor ve çok yararını görüyorum.

 

Müsabakalar sona erince konuk Ruslar ülkelerine geri döndüler. Benimse yıllar sonra çarşıda manav tezgahlarının önünden geçerken, hala gözlerim maydanozlara takılır, içimden “İvan Maydanovski” derim ve gülerim!

Doğru Fitness Hocasını Nasıl Seçersiniz

 

“Dini imanı para” diye bir deyim vardır, parayı her türlü manevi değerin üstünde tutan, bazen para için onurunu, ruhunu satabilecek insanlar için kullanılır.

Fitness programınızı hazırlayacak hocanızı dikkatle seçin

30 yılı aşkın sporculuğum ve spor salonu geçmişimden, “Sağlıklı yaşam için spor” kavramına bakış açımdan sporun bana, benim spor salonculuğuna kazandırdıklarımdan ötürü benim için de “Dini imanı spor” denilebilir.

Bu nedenle bir şekilde spor salonlarında spor yapmakta ya da spor salonuna başlayacak herkesi doğru ve kendi yararına olacak şekilde yönlendirmek de adeta bir din adamı gibi benim misyonumdur.

Sizlerin hevesle geldiğiniz spor salonlarında emeğinizin karşılığını almanızı sağlayan ya da boşa kürek çekmenize yol açan kişi, birlikte çalıştığınız hocanızdır.

Metabolizmanız ve fiziki durumunuzda değişiklikler yapmaya yetkilendireceğiniz hocanızı seçerken, en azından pazardan meyve sebze veya mağazadan üst baş alırken gösterdiğiniz özeni ve titizliği göstermelisiniz.
Doğrudan sağlığınızı etkileyecek bir konuda asla kanaatkar olmamaya kendinizi şartlandırın. Bedeniniz sizin için değerlidir ve elbette en iyisine layıktır.

Yetersiz birinin sizin hoşgörünüze sığınmasına izin vermeyin.

 

1. Her şeyden önce, grup derslerine gireceğiniz ya da bire bir çalışacağınız antrenörün, size program hazırladığı / egzersiz gösterdiği branşta resmi bir diploması olmalıdır. Kalbinizde bir sorun yaşarsanız kardiyoloji uzmanına gidersiniz, kulak burun boğazcıya değil. Doğal olarak yüzme hocasından tenis dersi alınmaz.

2. Eğitmen için diploma ön şarttır ancak iyi bir eğitmen olmak için tek başına yeterli değildir. Ben diplomasını aldıktan sonra girdiği ilk 5 – 6 davayı kaybettikleri için bir daha avukatlık yapmayan nice hukuk fakültesi mezunları bilirim. Nasıl “her hukuk fakültesi mezunu iyi bir avukat olacak” diye bir kural yoksa, her spor akademisi mezunu veya şampiyon olmuş bir sporcu da iyi bir hoca olacak diye bir kural yoktur.

Bunu spor akademisi müdürlüğü yapmış ve fitness departmanını kurmuş, defalarca da şampiyon olmuş biri olarak söylüyorum.

Spor yapacağınız hocayı seçerken vasat olanla yetinmeyin. Doğru hocayı bulmak için sağduyunuzu kullanın. Ancak bazı olgular vardır ki, sağduyunuzun size apaçık gösterdiğini gölgeler, bu nedenle gerçeğin farkına varamayabilirsiniz.

 

Bu noktada yapmanız gereken şey, duygularınıza değil gözlerinize inanmaktır. Birlikte çalışacağınız antrenörünüzü dikkatle inceleyin.

Hocanızı seçerken gözlerinize güvenin, hislerinize değil

Çok sıcak ve dost canlısı olabilir, ama bunlar size spor konusunda tavsiye vermesi için yeterli mi?

Samimiyetin ve ahbaplığınızın gözlerinize perde indirmesine izin vermeyin.

Öncelikle şuna karar verin: Sizin spor salonuna asıl gelme nedeniniz sosyalleşmek mi, yoksa vücudunuzu forma sokmak mı?

Size zayıflamanız için egzersiz programı hazırlayan spor hocanızın karın ve kalçasında fazla kiloları var mı? Ya beli ve göbeği?

Eğer cevabınız “Evet” ise, ne yazık ki doğru hocanızı henüz bulamamışsınız demektir.

Doğru hocanın çok gelişmiş kasları olması gerekmez. Ama mutlaka atletik bir fiziğe sahip olmalıdır. Çünkü sözünü ettiğimiz hoca Coğrafya hocası değildir. Siz de spor salonlarına bilgi hazinenizi geliştirmek için gelmiyorsunuz.

 

Hocanızı incelemeye devam edin. Size sportif bir imaj yansıtıyor mu? Yalnızca düzgün bir fiziği olması da yeterli değildir. Size spor ve sağlık konularında tavsiyelerde bulunacak kişinin, hayat tarzının da söyledikleriyle çelişmemesi gerekir.

Spor yapmaya hevesli gençlere “Ne olacak ya, hoca da sigara içiyor” tesellisini veren, ne yiyip ne yemeyeceğiniz konusunda size ahkam keserken kendisi disiplinsiz bir hayat sürdüren kişi “Doğru Hoca” değildir.

Ama size yaklaşımı sıcak ve muhabbeti güzel ise, harika bir kanka olur, bu özelliğinden yararlanabilirsiniz.

 

Görselliğe dayalı bir meslek olan bizim işimizde, bir eğitmenin boyu kısa olabilir, omzu anatomik olarak dar olabilir ama iradesizliğe ve tembelliğe bağlı kusurları, yani yağlı bir beli ve kalçası/göbeği olan bir hoca asla kabul görmez.

Böyle bir durum, sadece kaza geçirerek antrenmanlardan uzak kalmış bir hocada mazur görülebilir.

Edebiyatçı Nurullah Ataç’ın bildik bir denemesine atıfta bulunarak konuyu bağlamak istiyorum:

Bakmak ve görmek üzerine; herkes bakabilir ama baktığıyla beyni arasında bağlantı kurarak onu anlamlandırmak görmektir. Çeneleri ve kiloları, bilgilerinden fazla olan hocalara bakın ve görün:

Kelin merhemi olsa kendine sürerdi!..

Spor Salonu Karakterleri-2 “Hocalar”

Bu yazıda da spor salonu karakterlerinden hocaları ele alacağız.

Spor alışkanlığı kazanmada ve bunu sürdürmede antrenörün payı büyüktür

Hocalar, bazen spor salonunda yarattıkları olumlu ortamla ve sizde uyandırdıkları sempatiyle;

Bazen de size verdikleri programla, gösterdikleri ilgi ve bunun sonucunda sizin aldığınız iyi sonuçlarla sizi spor salonuna bağlarlar.

Bazen de bunların hiçbirini yapamadıkları için bağlayıcı olamazlar ve siz de tarihi geldiğinde üyeliğinizi yenilemezsiniz.

Zannediyorum ki, doğru hocaların yanısıra en ihtişamlı ve kurumsal görünen tesislerde dahi akademik eğitimi olmayan, hatta resmi antrenörlük belgesi bile bulunmayan ve hatta hayat tarzı bu işi yapmaya elverişli olmayan (sigara alışkanlığı, alkol, gece hayatı vb) hocaların var olduğuna inanmazsınız.

Fakat acı gerçek bu.

 

Hoca karakterlerini inceledikten sonra bu konuyu etraflıca düşüneceğinizden eminim. Öyleyse başlıyoruz:

Anabolik Hoca

Bu kişiler sıklıkla küçük ve orta büyüklükteki spor salonlarında hoca ya da ortak olarak karşımıza çıkmakla beraber, hiç ihtimal vermeyeceğiniz ambians ve büyüklükteki spor tesislerinde bile bazen onlara rastlayabiliriz.

Çoğu kez hiçbir eğitim almamışlardır dolayısıyla diplomaları yoktur. Herhangi bir spor salonunda bir süre spor yapıp ve özellikle kas geliştirmeyi hızlandırıcı anabolizan steroidleri kullanarak “vücut yapmış” kişilerdir.

Eğer biraz da ağızları iyi laf yapıyorsa vay halinize! Şekline şemaline bakarak bu kişinin gerçek bir hoca olduğuna inanabilirsiniz.

Bunlardan birkaçı bir araya geldiğinde kullandıkları ilaçlardan* başka sohbet edebilecekleri bir konuları veya ortak ilgi alanları yoktur.

Ki kullandıkları ilaçların bazıları yarış atları için üretilmektedir!  Spora gelen üyelere de bu ilaçlardan tavsiye ederek kullandırmaya çalışırlar.

(*) İlaç derken protein tozu, amino asitler, vitamin gibi beslenme desteklerinden söz etmiyorum. Anabolizanlar, vücudun doğal hormon dengesi ile oynayan, orta ve uzun vadede korkunç yan etkileri olan ilaçlardır.

Sertifik Hoca

En ayırt edici özellikleri, sizlere yeri gelince çarşaf çarşaf çerçeveletilip duvara asılmış sertifikalarını gururla gösterebilme genişliğinde olabilmeleridir.

 

Çoğu kişinin bilmediği, düzenlenen bu seminerlerin bir çoğu ticaridir ve amaç “sertifika satışı” olduğu için verilen kursun “adet yerini bulsun diye” son derece sığ ve hızlı bir eğitim olduğudur,

Afilli sertifikaların %99’unun resmi ve akademik bir karşılığı yoktur. Hatta gerekirse isim bile vererek açıklayabileceğim bazı seminerlerde, eğitimlere katılmanız zorunlu bile değildir. Para karşılığında isme özel hazırlanan bu sertifikalar için söylenebilecek daha acı şeyler de vardır:

Yurt dışından organizasyon şirketleri tarafından sertifika satılması için ülkemize getirtilen -kendisinin dahi akademik spor eğitimi olmayan- “Celebrity (!)” şahıslar ve dahası internetten indirilip renkli çıktısı alınarak çerçeveletilebilen sertifikalar biliyorum.

“Sertifik Hoca”ların azınlıkta olduğunu sakın düşünmeyin, bazılarının ulusal televizyon kanallarında spor üzerine programları bile var!

İş başvurularında spor hocalarının CV’lerindeki kabarık “Sertifikalar” bölümünün benim için bir nebze olsun bir şey ifade edebilmesi için aynı hocanın resmi bir de eğitimi olması gerekir.

Aman Sertifik Hocalara dikkat!

 

Ekonomik Hoca

Bunlar, spor salonlarında spor akademisi öğrencisi olmaları sayesinde iş bulmuş ya da bir süre bir yerlerde spor yapmış ve o an için yapacak başka bir iş olmadığından “ne iş olsa yaparım abi” kafasındaki kişilerdir.

Bu kişilerin geçmişteki mesleki durumlarına bakarsanız çeşitli sektörlerde bir çok işe girip çıktıklarını görürsünüz. Mesleğin “Safkan”ları değildirler. Keza, bu hocalara o anda kazandıkları paradan 200 TL bile daha fazla getirisi olan farklı bir iş teklif ederseniz hemen kariyer planlarını değiştirebilirler.

Gözleri devamlı saattedir. Bir an evvel mesailerini tamamlayıp kaçmak isterler.

Animatik hoca

Bunların bir versiyonuna yazın tatil köylerinde animatör olarak rastlamanız mümkündür. Evet spor yaptırırlar ama öncelikleri asla spor değildir. Animasyonla, gırıgır ve şamatayla, çeşitli sosyal etkinliklerle üyeleri kendilerine ve salona bağlamaya çalışırlar.

Ahbap çavuş ilişkilerinin kültürümüzde yaygın olması ve maalesef spor alışkanlığının henüz yerleşmediği ülkemizde rağbet gören bir hoca tipidir.

Spor salonunun sağlayacağı sosyal aktiviteler, kaynaşmalar ve her türlü etkinlikler önemlidir ama bu etkinlikleri düzenlemek, Avrupa’da ve fitness sektörünün gelişmiş olduğu ülkelerde spor hocalarının işi değildir. Bu görev için o tesiste bir halkla ilişkiler departmanı bulunur.

Animatik hoca ve onların üyeleri arasında hatır, müritlik, hemşehrilik, kankalık ilişkileri vardır.

Bazı üyeler, animatik hocalarının kendilerine bir faydası olmadığının farkında olmalarına karşın, sosyal hayatta içli dışlı olmaları nedeniyle onlardan program almaya ve onların derslerine girmeye devam ederler.

Zampik Hoca

Genellikle sporun kazandırmış olduğu çekici görünümlerini ve bulundukları ortamdaki statülerini birleştirerek karşı cinsin beğenisini kazanıp bu şekilde tutunmaya ve kazanç elde etmeyi hedefleyen tiplerdir.

Spor salonu kültürü, dolayısıyla atletik ve estetik fizik ülkemizde henüz pek yaygın olmadığından, görünümleri onlara avantaj sağlar.

Bunları sık sık salonun kuytu köşelerinde karşı cins üyelerle fısıldaşırken görebilirsiniz. Son yıllarda özellikle bu yöntem “personal training” pazarlamasında sıklıkla kullanılmaktadır.

İşinin erbabı gerçek hocaları tenzih ederim.

 

Doğru Hoca

Doğru hoca, spor, sağlık, beslenme ve egzersiz konularında danışabileceğiniz donanımdadır.

Kesinlikle resmi sportif diploması olan (tercihen bu diplomanın branşı, size eğitim verdiği branşla aynı olmalı.

Örneğin: Yüzme dersi veriyorsa Yüzme branşı mezunu, aletli program veriyorsa Aletli Jimnastik veya Fitness branşlarından mezun) ilgili ve deneyimli, işini seven ve daha önce başka işlerle uğraşmamış, hayatını sadece bu işten kazanan bu hocalar fizik olarak da size örnek teşkil ederler. (Çok gelişmiş adalelere sahip olması şart değil, yağsız bir bel, hafif atletik bir yapı kafidir)

Doğru hocalar, hizmet sektörünün bir gereği olarak daima güler yüzlü ve üyelerle ilgilidirler. Yoğun çalışma temposuna rağmen yaptıkları işten keyif duyarlar ve bunu da çevrelerine yansıtırlar. Algıları açıktır ve devamlı kendilerini geliştirirler.

Hayat tarzlarıyla da bir sporcuya yakışır ahlakta, disiplinli, istikrarlı, enerjik, zinde ve sağlıklıdırlar.  Sporu bir hayat tarzı olarak benimsemiştirler.

Çünkü bu meslek için iki kural vardır:

“Spor yapmayan spor yaptıramaz”
“Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” ama “Doğru hocanın hem dediğini hem yaptığını yap”

Dünyanın her yerinde hastanelerde tıp diploması olmayan sahte doktorlar çalışamaz. Bu nedenle gönül rahatlığıyla hastanelere güvenebiliriz. Ama ülkemizde spor salonlarının denetimi yetersiz olduğu için diplomasız hocalar iş bulabilmektedir.

Sağlığınız için, nasıl diplomasız bir cerraha ameliyat olmazsanız aynı şekilde diplomasız bir hocadan değil program, tavsiye bile almayın.

Bu nedenle üye olmayı düşündüğünüz spor salonunu gezerken, tesisi görmekle yetinmeyin mutlaka çalışan hocaların diplomalarını da sorun.

 

 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol